1 Haziran 2015 Pazartesi

İZE / İZLETTİR / DALLAS BUYERS CLUB

Oscar ödülleri öncesinde üst üste güçlü filmleri görmeye başladık. Aslında vakit darlığından bazılarına zaman ayıramadığım da oldu. Mesela hala beni bekleyen bir The Wolf of Wall Street var ama son birkaç hafta da 12 Yıllık Esaret, Gravity, American Hustle ve sanıyorum içlerinde beni en etkileyen film olan Dallas Buyers Club’ı izleyebildim.

DallasBuyersClub0
Leonardo Caprio’nun hala Oscar alamamış olmasına içerlenenlerden birisiyim. Zira Catch Me If You Can ile beraber müthiş bir ivme ile oyunculuğunu üstüste aştı ki bence bunların doruk noktaları Departed ve geçen sene yazabildiğim Django‘da çok net görülüyor. Ama şunu da belirtmeden geçemeyeceğim Matthew McConaughey rol için hazırlanması ve mükemmel performansıyla son zamanlarda izlediğim en iyi erkek oyuncu performanslarından birisini sergilemiş. Benzer şekilde 30 Seconds to Mars‘da yaptığı müziğe de çok saygı duyduğumuz ve özellikle Lord of War’da da başarılı bir oyunculuk sergileyen Jared Leto’da hakkını fazlasıyla vermiş.
Neyse yazının bundan sonrası çok az spoiler içerebilir ama zaten filmin hikayesinde de öyle büyük bir gizem yok. Ron Woodroof, 1985 yılı Dallas’ında hayatını bir elektrikçi aynı zamanda da bir rodeo kovboyu olarak sürdürmeye çalışan uyuşturucu, alkol ve fahişeler arasında mekik dokuyan ırkçı ve homofobik bir karakterdir. Bir gün rahatsızlanması nedeniyle hastaneye gider ve HIV pozitif yani AIDS olduğunu öğrenir. Onun için sadece eşcinsel erkeklerde olabilecek bu hastalığı müthiş bir inkara girer ve kendisine yakıştıramaz. Ayrıca doktorlar sadece 30 gün ömrü olduğunu söyler. Bunun üzerinde hastanedeki bir hastabakıcı sayesinde AZT isimli bir ilacı almaya başlar ama ilaç daha da kötü etkiler ve sonunda Meksika’ya gidip orada lisansı alınmış bir doktor olan Dr.Vass’ın verdiği reçeteyi kullanmaya başlar. Ardından da bu tedavinin kendisine yarar sağladığını farkettiğinde ilaçları farklı yollardan ABD’ye sokup başkalarına da ulaştırmak için Dallas Buyers Club’ı kurar.
DallasBuyersClub1
Hastanede yattığı dönemde tanıştığı Rayon ile de arasında bir dostluk oluşmaya başlar. Filmde Ron ve yaptıklarına hayran olurken aslından Ron’un değişiminden daha çok etkileniyorsunuz. Zira baştaki ırkçı ve homofobik karakter gitgide daha duyarlı ve iyi birisine dönüşür. Bunda aslında çevresinin de büyük etkisi vardır zira rodeo yapan tüm maço arkadaşlarının hepsi Ron’ın hastalığını duyduklarında ona sırt döner ve aşağılamaya başlarlar oysa aralarındaki büyük farklılıklara ve farklı cinsel tercihlerine rağmen Ron ve Rayon arasında gerçek bir dostluk oluşur. İlaç firmalarının engelleme çalışmalarına rağmen Ron’ın karşı duruşu, birçok kişinin yaşamına dokunması karşısında da etkilenmemek gerçekten imkansız.
Filmde bir parantezde yönetmen Jean-Marc Vallee’ye açalım. Film düşük bütçesinden dolayı hiçbir özel ışıklandırma olmadan, tek kamerayla ve 15 dakikalık çekimlerle 25 günde tamamlanmış. Bütçe nedeniyle bazı sahnelerin acele ile geçiştirildiği hissine biraz kapılabiliyorsunuz ama özellike McConaughey’nin başlı başına filmdeki performansı bile bunu gözardı etmenizi sağlıyor. Zaten hikayeye kendinizi kaptırdığınızda buna çok fazla takılmıyorsunuz.
DallasBuyersClub2

Sadece 30 gün ömrün kaldı denilen Ron’ın tam 2557 gün yaşamayı başardığı filmde AIDS’ın daha yeni yeni tanınmaya başladığı dönemlerde insanların ne kadar büyük zorluklar yaşadığını ve ilaç firmalarının para kazanmak için ne kadar acımasız olabildiklerini görmek elbette acı verici. Ron’ın karavanı dağıtıldıktan sonra içeriden sadece annesinin ölmeden önce Ron çocukken yaptığı bir yağlı boya resmi alıp çıkması ve o resmi de belki de aşık olacağı tek kadın olan Eve bırakması gibi herkesin yaşamında yer alabilecek önemli noktalar üzerinden aslında bu tarz beklenmedik koşulların herkesin başına gelebileceğini ama asıl önemli olanın bu durum karşısında verdiğimiz kararlar olduğunu film size çok güzel bir şekilde anlatıyor. Dallas Buyers Club kesinlikle izlediğim en başarılı film. mutlaka izleyin hatta izlettirin. İyi seyirler…

BÜYÜKADA'NIN VAZGEÇİLMEZLERİ

Büyükada ile bir bütün olmuş, Büyükada’nın onlar olmadan hep eksik kalacağını hissettiğimiz yaramaz ama sevimli sakinlerinin fotoğraflarını paylaşmadan olmazdı. Öyle ki; dinlenmek için oturduğunuz her hangi bir yerde, yemek molası verdiğiniz bir mekanda sırnaşık hareketleri ve insanın içini acıtan miyavlamaları ile kendilerini hemen gösteriyorlar. Hatta yanınızdaki sandalye boşsa bilin ki onun sahibidir kediler. Büyükada’ya giderken vapurun arkasından sizi takip eden martıların peşinizi bırakacaklarını zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Havada ve yerde Büyükada’nın etrafında onlarla karşılaşmanız mümkün. Hatta sizinle o kadar yakınlaşırlar ki, hemen şans oyunlarının hepsini oynamak istersiniz.
Biri ekmek derdinde, biri balık
büyükada1
büyükada2
Poz vermesini de bilirler
büyükada3
büyükada4
Ruh hallerini anlamak pek mümkün değil
büyükada5
büyükada6
Yemek yerken sakın yaklaşmayın
büyükada7
Bu martılar nereye bakıyor?
büyükada8
Yolunu şaşırmış kedi
büyükada9
Bu da kedinin önündeki eti gözetleyen martı
büyükada10

UNUTULMAZ ESER / YÜZÜKLERİN EFENDİSİ HOBBIT

Hayatıma girdiği ilk günden beri yeri değişmeyen eserlerden birisi Yüzüklerin Efendisi ve elbette Hobbit. Ölene kadar da öyle kalacağına eminim. Hakkında her şeyini okuduğum, araştırdığım Orta Dünya ile ilgili 10 yıldan fazla zaman önce başlayan film yolculuğu 2014’ün sonuyla birlikte resmen tamamlanmış oluyor. Ve bu gerçekten çok fazla acı veriyor insana. Resmen tamamlandı dememim nedeni de Silmarillion ya da diğer eserlerin sinemaya aktarılmasının ne kadar zor olduğunun ötesinde Tolkien ailesinin yıllar önce sadece Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit’in film haklarını verdiği ama şu anda hiçbir eser için böyle bir şeyi düşünmediklerini ve telif haklarını vermeyeceklerini açıklamalarına bağlı. Aslında bu efsane filmlerin yanısıra 2 tane fanların hazırladığı, çok fazla bilinmeyen ve amatör yapımlara göre hiç fena olmayan prodüksiyona sahip iki gizli film daha var. Gollum’un, Aragorn tarafından yakalanmasını anlatan The Hunt for Gollum (bu filmde maalesef Arwen olmamış) ve Dunedain’i ve Aragorn’un doğumunu da anlatan Born to Hope. Bunları youtube üzerinden de izleyebilirsiniz ama elbette öyle müthiş şaheserler beklemeyin.
Bu ve bundan sonra yapılabilecek benzer fan filmlerini ayrı tutarsak Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit’in iyisiyle kötüsüyle epik beyaz perde yolculuğu Erebor eteklerinde resmen tamamlandı. Film öncesinde sürekli filmi kötüleyen yorumları her zaman olduğu gibi siliyorum ve bence harika bir şekilde giden hikayenin tamamlanmasının hüznünü yaşıyorum. Elbette eksiklikler var ya da hatalar ama tüm yapımın bu kadar sert eleştirilere uğramasını da haksızlık olarak görüyorum. Geçenlerde ekşi sözlükte birisinin Orkları halay çekerken bile izletseler oturur izlerim yeter ki Orta Dünya olsun diyen bir yorumunu okumuştum. Aynı noktada birisi olarak Orta Dünya ile ilgili herşeyi okumaya, izlemeye hazırım.
hobbit-battle-five-armies-smaug-banner-745x1024
Hatalar ya da eksikliklere gelince. Hangi film çekilirse çekilsin zaten kitapları okuduğumda bana yaşattığı duygulara, imgelere hiçbirisinin ulaşmasının imkanı olmadığını biliyorum. Onlar zaten benim için ayrı yerde, bu nedenle bu yapımları sadece film olarak ele alıyor ve ona göre değerlendiriyorum. Bu açıdan da beni rahatsız edebilecek bir iki büyük hata hariç geri kalanının iyi bir kapanış olduğunu ve çoğu önemli sahnenin de Extended Edition’a saklandığının bariz olduğunu görerek filme geçiyorum. Ve ekliyorum ki bundan sonrası ağır spoiler içerir.
Desolation of Smaug’un sonunda bende dahil herkes ejderhanın düşüşünü bekliyordu. Açıkçası o sahneleri izleyince ikinci filmde bu işlenebilirmiş diye düşünüyorum. Zira The Battle of the Five Armies doğrudan Smaug’un Esgaroth’a saldırısıyla başlıyor. Bir yandan da fena değil bu süreç zira Jackson toplamda 6 film içinde ilk defa birisinin girişine Prologue koymamış. Bu nedenle aksiyon kaldığı yerden devam ediyor. Smaug’a laf yok! Zaten çok başarılı bir şekilde hazırlanmış ve Esgaroth’a saldırısı da son derece heyecan vericiydi. Ardından Bard’ın Smaug’u indirişini Jackson’ın yorumuyla izledik. Yorumuna herhangi bir eleştirim falan yok sadece kitapta beni en çok etkileyen sahnelerden birisi olan Bard’ın Smaug’u indirdikten sonra gölün içinde çıktığı sahneyi ve oradaki sözlerini hep çok güzel bulmuşumdur orasının olmasını tercih ederdim.
THE HOBBIT: THE DESOLATION OF SMAUG
Alfrid konusuna filmde değinmeyeceğim. Gerçekten bu kadar sahnesine ne gerek vardı diyorum bende. Kısaca ikinci bir Jar Jar Binks vakası olarak anılmaya başlamış durumda Alfrid. Hoş bence kimse Jar Jar’ı geçemez insanı gıcık etmede ama olsun Alfrid’de fena değil. Açıkçası zorlama esprilerle ve gereksiz uzatılmış sahneleriyle fazla yer bulmasa da olurmuş.
Gelelim Thorin’e. Okuduğum tüm fantastik kurgu kitaplarında sevdiğim tek dwarf diyebileceğim Thorin Oakenshield’ı Richard Armitage üç film boyunca mükemmel bir şekilde oynamış. Gitgide çıldırmaya başlaması, bakışları, sözleri her şeyiyle tam olarak inatçı bir cüce nasıl olur izliyoruz sahnelerinde.  Zaten Gandalf ve eski tayfayı saymazsak oyunculuk olarak Martin Freeman (Bilbo), Richard Armitage (Thorin) ve elbette Lee Pace (Thranduil) filmin açık ara en iyi üç performansına sahipler. Thranduil’in fanlarında ciddi bir artış olduğunu bizzat gözlemledim son zamanlarda.
Elven_Army
Bunun dışında Thorin’in delirmenin eşiğine gidişi ve kafasından tacı atıp gerçekten olması gereken kişi olduğu sahne harikuladeydi. Keşke herkes bu tarz konularda kafasından tacı atabilecek o cesareti her zaman gösterebilse. Bu arada cüce ordusu ve Dain Ironfoot’un harika resmedildiğini de belirteyim. Yaban domuzu üzerinde ve yaban domuzu dişi şeklinde örülmüş sakallarıyla Dain kesinlikle harika olmuş. Ayrıca savaş sahnelerinde eminim cüce ordusunun ve özellikle dağdan çıkan 13 cücenin çok daha fazla sahnesini Extended Edition’da göreceğiz. Yoksa savaş sahneleri biraz zayıf kalacak bu filmin. Çünkü tüm savaş ağırlıklı olarak Thorin-Azog, Bolg-Legolas dövüşüne ve araya serpiştirilmiş biraz Tauriel, Kili ve Dwalin’le sınırlı kalacak.
Tauriel’e parantez falan açmıyorum. Zira gerekliliği tartışılır (bence son derece gereksiz) ama Fili ve Kili’nin gerçekte Thorin’i korumaya çalışırken can vermeleri bence çok daha anlamlıydı. Özellikle Fili’nin filmde ölümü o genç savaşçıya büyük haksızlık. Kili’nin ölümüde en azından film bünyesinde kendince biraz daha anlamlı. Bunun dışında iki büyük kapışmadan Bolg vs Legolas’da zaten Desolation of Smaug’da bu savaşın olacağını anlamıştık. Burada Beorn’a biraz haksızlık olmuş elbette zira kitapta Bolg’u Beorn haklıyordu. Legolas ile olan dövüşte de klasik aksiyonu izledik. Açıkçası ben düşen taşlara basarak çıkan Legolas’a çok takılmıyorum. Takıldığım sorun sürekli aynı kişilerin dövüşlerini izlemek. Bunun yerine cüce ordusunu, gökyüzü karanlığa çeviren elf oklarını izlemeyi tercih ederdim.
Dwarf_Army
Thorin vs Azog kısmında ise her ne kadar daha önce yazdığım gibi Azog bu savaştan yıllaarrr önce ölmüş de olsa da kitabı okuyan herkes gibi bende Thorin’in filmdeki ölümünün ikisinin birbirini öldüreceği dövüşte olacağını anlamıştım. Burada ek olan Legolas’ın Orcrist’i Thorin’e vermesi ve Thorin’in Orcrist ile Azog’u öldürmesi de Peter’ın inisiyatifi olmuş. Kötü değil ama dediğim gibi ben Thorin’in kitaptaki gibi kalkanı paramparça, baltası çentiklemiş, önünde Fili ve Kili canları pahasına Onu korumaya çalışırken ölmüş olduğu görüntüyü tercih ederdim. Sanırım Beş Ordular Muharebesi yerine bu 4-5 karakterin muharebesini izlemek biraz üzdü beni. Oysa diğer türlü çok daha epik (bir Miğfer Dibi ya da Pelenor Çayırları gibi) olurdu diye düşünüyorum. Ancak burada özellikle Bilbo’nun Thorin ile vedalaştığı sahne ve ardından Bilbo ile Gandalf’ın yanyana oturup Gandalf’ın piposunu yaktığı sahneler ise son derece duygusaldı.
Savaş sonrasında ise sürecin oldukça hızlı geçtiği ve birçok sahnenin Extended’a saklandığı çok açık. Zaten Dağın Altındaki Kral’ın cenazesinden bazı jpeg’lerde internete düştü bile. Bu ek sahnelerde Beorn, Beş Orduların Muharebesi’nden daha fazla görüntü gibi birçok konu hakkında fikirler paylaşılmaya başladı. Bunun için artık Haziran, Temmuz dönemini beklememiz gerekecek. Aslında burada savaş sahnelerinin fanları biraz üzmesinin nedeni çok fazla efekt kullanılması sanırım. LOTR 1’de Boromir’in düşüşüyle sonuçlanacak Kardeşliğin, Uruk Hai ile Amon Hen’deki kapışması gibi bir sahneyi başarıyla çeken Jackson’ın bu kadar Greenbox kullanması açıkçası bende de biraz fazla bilgisayar oyunu hissi yarattı ama yine de Orta Dünya ve atmosfere sokması sayesinde heyecan içinde izlemedik diyemem.
Istari
Ve gelelim belki de filmin en önemli sahnesi olarak anılabilecek Istari’nin Dol Guldur’a saldırısına. Büyük bir parantezi de bu sahnelere açmak lazım. LOTR ve Hobbit toplam altı film içerisinde en fazla etkilendiğin ilk 5 sahneyi yaz deseler kesin yer alacak bu sahnede bir tarafta Gandalf, Galadriel, Radagast, Elrond ve Saruman diğer tarafta ise Sauron ve Yüzük Tayflarıyla kısa olmasına karşılık harika bir şölen var. Zira LOTR ve Hobbit daha Orta Dünya’nın ırkları üzerine ilerlerken bu sahneler bana arka fonda kocaman bir Silmarillion evrenini hatırlattı. Ki o evren Balroglarıyla, Yüksek Elfleriyle, Maialarıyla ve onların da üzerinde Valar ile birçok fan için çok büyük anlamlara sahip. Burada ayrıca Tayfların 9 farklı suret ve farklı silahlarla bulunması, Sauron’un yavaş yavaş kendisini hissettiren gücünü göstermesi, aslında ne kadar kudretli bir karakter olduğunu hatırlatması açısından da harikuladeydi. İnternette yer alan yorumlarda Extended Edition’da Sauron’un Mordor’a kaçışı ve Barad-dur’u yükseltmesi gibi sahnelerin olduğu da belirtiliyor. Umarım doğrudur.
The-Hobbit-The-Battle-of-the-Five-Armies
Eksiklikler ve hatalar olabilir ama sonuçta Orta Dünya’yı beyazperde de çok sık ziyaret edemediğimizi düşünürseniz gidin ve tadını çıkarın filmin. Bazı eksikliklere rağmen bence çok iyi kotarılmış. Bu nedenle kitapları kendinize ayırın ve bir Orta Dünya fanıysanız filme mutlaka gidin. İnternette gördüğüm bazı yorumları yapan kitapları okumadım ama LOTR film olarak daha iyiydi ile başlayan eleştirileri ise zaten okumayacağınıza eminim. Return of the King’in kapanışında Annie Lennox’dan mükemmel bir şarkı(Into the West) dinlemiş ve gözyaşlarımızı tutamamıştık. Şimdi aynı görevi Peregrin Took olarak da tanıdığımız Billy Boyd filmin kapanışında The Last Goodbye ile bize yaşatıyor. Şarkıya yapılan ve 6 filmi de kapsayan klip çalışması ise gerçekten insanın içini biraz buruyor.
Hayatımda Tolkien ve eserleri. Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit bunca yılda ve bunların sonrasında da elbette en başta Silmarillion olmak üzere Roverandom, Masallar, Güç Yüzüklerine Dair, Kayıp Öyküler Kitabı ve Tolkien.

Benden bu kadar.. Umarım yazımı beğenirsiniz ve size de bazı şeyleri hissetirmişimdir..